Blog

Gizli Anlamın İfşası
(Berlin Kolajları)
Özlem Kalkan Erenus

Yirminci yüzyıl Avrupa’da değişimin ve çeşitliliğin çağı olarak başladı. Teknolojinin dur durak bilmeyen itici gücü, politik parçalanmaların ve hararetli milliyetçi uygulamaların rüzgârını da ardına alarak, tüm kıtaya dalga dalga yayılan müthiş bir sarsıntı ve kargaşa alanı yarattı. Günlük yaşama hızla nüfuz eden büyük değişimler sanatsal manifestoları da meşgul oldukları politik süreçler kadar dinamik bir yapıya taşıdı.
Dünya birinci büyük savaşa yaklaşırken, burjuvazi olarak adlandırılan orta sınıf aydınlar ve siyasi seçkinler, ulusal savunma, kıtlık ve hastalıklarla mücadele gibi toplumsal sorunların çözüleceği, ütopyacı bir “makine çağı” projeksiyonuna sahipti. Ancak I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı korkunç yıkım, burjuvazinin bu coşkulu iyimserliğinin ve teknolojinin mucizevî iyileştirici özelliklerine duyduğu güvenin ne kadar boş olduğunu göstermekte gecikmedi.

Avrupalı aileler, bir yandan siperlerde ölen çocukları için yas tutarken, diğer yandan sosyal yardım büroları önünde uzun kuyruklar oluşturan, çoğu sakat kalmış savaş gazileriyle her gün burun buruna geldikçe, savaş öncesinde beslenip semirtilen şovenist iyimserlik, giderek yerini derin bir burukluğa bıraktı. Düşman devletlerin yöneticilerini suçlamakla yetinenler çoğunlukta olsa da bazıları ta en başından bu acımasız katliamların gerçekleşmesine izin veren kendi hükümetlerini de suçlamaya başladılar.

Dada Hareketi Birinci Dünya Savaşı’nın hem kronolojik hem de coğrafi anlamda tam ortasında, 1916 yılında, tarafsız topraklarda hayat buldu. Dönemin Zürih’i, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden, farklı görüşlere sahip, gönüllü ve gönülsüz sürgünlerin toplandığı, çok merkezli bir yaşam üssü görünümündeydi. Dünya Savaşı’nı burjuva toplumunun ürettiği organize bir suç olarak değerlendiren sürgünlerin pek çoğu bireysel bir varoluş mücadelesi içinde olsa da kabaca dört ana grup öne çıkıyordu. Lenin ve Zinovyev’in de aralarında bulunduğu Sosyalist Sovyet mültecileri birinci grubu oluştururken, diğer üç grupta ise sanat ve edebiyat dünyasından isimler dikkat çekiyordu: Bertolt Brecht’in ilerleyen yıllarda esin kaynakları arasında işaret edeceği Alman oyun yazarı Frank Wedekind’in de içinde yer aldığı ‘bir grup tanınmış oyun yazarı’; Leonhard Frank ve Ludwig Rubiner gibi yazarlardan oluşan barış yanlısı Alman Ekspresyonistler ve Dada’yı oluşturacak olan avangart sanatçıların içinde bulunduğu Alman ve Doğu Avrupa sürgünleri. Söz konusu gruplar içinde bazı geçişkenlikler görülse de, yalnızca Dadacılar gruplarını adlandırmayı tercih ettiler. Yine de kendilerine yeni bir ad vermeleri, diğerlerinden ayrılmaları gibi bir sonuç doğurmadı. Kabare Voltaire, kısa zamanda Dadacılarla beraber diğer grupların da uğrak noktası oldu. Zaten esas amaçlanan da Zürih’e sığınmış olan entelektüel topluluğu buluşturmaktı.
Kendisi de Dadacılar arasında yer alan ressam ve film yapımcısı Hans Richter; “Kabare Voltaire’de başlayan Dadacı isyanın ahlâki ve felsefi kökenine dair daha iyi bir kaynak bilmediğim için, sık sık Ball’ın günlüklerine başvuruyorum.” der. Dada’nın fikir babası Hugo Ball daha 1913 yılında, yazınsal ve aktivist görüşlerini paylaşan Richard Huelsenbeck ve Hans Leybold’la birlikte Münih’te Revolution dergisini yayınlıyordu. Savaşın hemen başında kitleleri savaş meydanlarına sürükleyen ilk coşku dalgasına kapılanlar arasında bulunan Ball, kendisi gönüllü olduğu halde, sağlık sorunları nedeniyle orduya alınmamış, buna rağmen cepheye tanıklık etmek amacıyla izinsiz olarak gittiği Belçika’da, savaşın gerçek yüzüyle karşılaşması uzun sürmemişti. Ball’a göre savaş “ahmakça bir yanılgıya” dayanıyordu. “Makine yerine konan insanlar” değil, doğrudan doğruya “makineler yok edilmeliydi” çünkü “sistematik olarak işleyen” ve “hayatı taklit eden” ölümdü makineler. Savaşa ve milliyetçi duyarlıklara yönelik hızla yükselen karşıtlık duygusuyla Almanya’dan ayrılmadan kısa süre önce, 12 Mayıs 1915’te Huelsenbeck’le birlikte Berlin’deki Harmoniumsaal’da “Ekspresyonist Suare” (Expressionistabend) adı altında düzenledikleri savaş karşıtı gösteri Kabare Voltaire’in de nüvesini oluşturdu.

“Zamanın uluslararası ifadesi” olarak görülen Dada, “sanatsal hareketlerin büyük isyanı” ve saldırgan eylemlere verilen sanatsal bir “reflekstir”. İflas eden dünya gerçekliğinin yerine yeni bir gerçeklik oluşturmak üzere “eşzamanlı bir ses, renk ve tinsel ritim karmaşası” olan yaşamı, hiç değiştirmeden, tüm acımasız gerçekliğiyle Dadacı sanat olarak kabul ederken, “hayata karşı estetik bir tavır almaktan geri durur”. Dünyayı savaşa sürükleyen aklın tükenmişliğine dikkat çekmek için, rasyonel aklın yerine, denetimsiz bir akıl-dışılık önerisi getirir. Bunun doğal bir sonucu olarak, geleneksel sanat yöntemlerini reddederken, düzen-karşıtı söylemleri eylemleştirir. Güçlü bir irade eyleminden çok, birbirine ilham veren farklı eylemlerin karşılıklı etkisinden doğan Dada, kendiliğinden ivme kazanan, sıradışı bir hareket yeteneğine sahiptir. Dadacılar sanatı eyleme dönüştürmekle, tek ve biricik olan sanat nesnesini ortadan kaldırarak, sanat piyasasını da dolaşıma sokacağı metadan mahrum bırakır. Bu bağlamda, sanat piyasasına gösterilen direncin kendisi de başlı başına bir sanat eylemi hâlini alır.

Kabare Voltaire’deki seanslar tüm çeşitliliğiyle sürerken, Ball’ın Münih yıllarında tanıdığı Kandinsky’nin etkisiyle hayal etmeye başladığı; tüm sanatsal araçların birlikte işletileceği “Gesamtkunstwerk” projesi, Dadacı etkinliklere eşlik eden alternatif sergileri de gündeme getirir. Bu aşamada, geleneksel sanat anlayışının denetim modellerinden radikal bir kopuşla, rastlantının ve şans faktörünün devreye sokulduğu süreçlerin yanında, kolajlar da tipik Dada tavırları arasında yer almaya başlar. Ancak Dadacı Kolajlar’a esas karakterini veren, Berlin Dadacıları olacaktır.