Bir Yağmur Köpeği: Tom Waits
Bir liste var, konsere gelmesi dört gözle beklenen müzisyenler ve topluluklar listesi. Tepelerde gezen isimlerden bir tanesi şüphesiz Tom Waits. Mamafih adamcağız neredeyse yirmi yıldan beri direniyor, gelmiyor. Gelmem demiyor, ama başkalarına benzemeyen şartlar ileri sürüyor. Dünya görüşüne ve insanlık anlayışına ters olduğu için doğal olarak kan emici büyük sermayenin festivallerinde yer almak istemiyor. Özel bir salonda, belirli sayıda insana çalmak istiyor. Samimi ve sıcak bir ortam istiyor. Bunları belki de kasten yapıyor; kim bilir sırtını kapitalizme yaslamış festival sülüklerinin elinden ancak böyle kendini kurtarıyor; o ikiyüzlü iş dünyasından uzak duruyor.
Şaşırtıcı değil; çünkü şarkılarında yaşayan karakterler, yaşam biçimleri, hayata karşı sergiledikleri tutumlar ile Waits’in duruşu arasında hiçbir çelişki yok. Bir ayağı sokaklarda, her dem ‘gözde bir kült’ o.
***
Müzisyenlik öncesinde kamyon şoförlüğünden kapıcılığa dek pek çok işin kapısını çeken, California doğumlu Waits’i ilk kez 1972’de Frank Zappa’nın menajeri Herb Cohen fark etmişti.
Şayet “Rumble Fish”teki minik rolünü saymazsak, yarım asra yaklaşan müzik kariyerinin sahibi olan Waits, bizde de ilk kez, marjinal Amerikan sinemacısı Jim Jarmusch’un etkileyici çıkışı “Down by Low” filmi ile adını duyurmuştu. Kodesten firar eden üç kafadardan bir tanesiydi bizimki. Onun ardından gelen Hector Babenco’nun “Iron Weed”inde ise, grev çadırlarında yatan en öndeki ezilen sınıf berduşunun ta kendisiydi.
Eserlerinin çoğunda görülen off-beat karakter yüzünden bazı eleştirmenler onu 1950’lerin beat kuşağının müzikal temsilcisi olarak yorumlamıştı. Gerçekten de inişe geçişin balad’ı “Frank Wild Years” ile rock tarihinin Dylan Thomas’ı sıfatını kazanan Waits şarkıları, gerçek bir “yalnızlık labirenti”ydi. Öte yandan da günümüze gelirsek, şarkılarında anlattığı toplumun kenarında yaşayan zavallı insanların edebiyattaki izdüşümü Charles Bukowski’nin kitaplarında yer alıyordu.
***
Hemen her şarkıcının ilah olarak lanse edildiği müzik dünyasında, gettolardan yükselen şarkılarıyla sıradan insanlara hitap ederek peygamber Lazarus gibi davranıyordu Waits. Hiçbir zaman yerleşik olamamış, göçmen psikolojili bu adam, Amerikan kültürünün katalizörü ve Hobos’uydu.
Sokaktaki mülksüz ve melankolik sokak serserinin gündelik yaşantısını, olağanüstü duyarlı bir biçimde dile getiren şarkı sözü yazarı ve şarkıcısı, aynı zamanda usta, çağdaş bir Amerikan hikâye anlatıcısıydı (story-teller). Amerika’nın ‘şanına’ yakışmayan o kötü ve çirkin yüzünü, pek de siyasi olmayan bir dille teşhir eden bir bar-fly’dı.
Waits’in caz, blues ve rock müziğinin tüm çeşitliliğini arz eden şarkılarından, bir ayyaşın ağız kokuları yayılır etrafa; onun ayık şarkı söylediğini ve gezdiğini pek gören yoktur. William Faulkner romanlarındaki tiplerin cirit attığı, buram buram sefalet kokan ilk dönem kompozisyonlarındaki hayal kırıklıkları ile dolu tüm hikâyeler, kendi yaşantısına tanıklık ettiğinin göstergesidir. Ritimleri, dilenci bastonundan çıkan tınlama melodileri evsizlerin ninnisi olan ateş böcekleriydi.
Loş tonlarla bezenmiş dünyasında uçuk bir karakter olarak yaşayan Waits’in müzikal yansıması, çeşitli vurmalılar, ukuleleler, borazanlar, alışılmadık kayıt teknikleri, bozuk gitar tonlarıyla ve deneysel tınılarıyla vücuda geliyordu. Cazibesine kapıldığı belli sesler onun; örneğin bir şakırtı ya da gümbürtüden, olmadı buharlı tren sireninden başyapıt seviyesinde bir parça çıkarabiliyordu.
***
Kulak tırmalayan, ağır başlı ses tonuyla 1985 yılında çıkardığı ve en başarılı albümü sayılan “Rain Dogs”, Waits’in takımyıldızını oluşturan en parlak noktalardan biriydi.
Sesi, Louis Armstrong, Joe Cocker, Roger Chapman, Rod Steward, Bonnie Tyler gibi popun tüm horozlarının son temsilcisinin resmi geçidiydi. Kulakları tırmalayan bu karık sesin sahibi, zenginlerin kumaşı kadifeden nefret ediyordu.
Waits ve müziğini cazip kılan şey, onun ve şarkılarının, ortalama insanın sıradan sesine ve görüntüsüne sahip olmasıydı. Hiçbir iddianın sahibi değildi ve olması da olanaksızdı. Kent varoşlarının bu kulağı kesik gezgininin tercih ettiği yaşam alanları batakhaneler, mütevazı barlar ve gece kulüpleriydi. Çünkü her türden alkollü içki vazgeçilmez tutkusuydu onun. Kaçınılmaz olarak şarkılarının doğal malzemesini Amerikan işçi sınıfı lumpenlerinin sefil yaşantılarını sürdürdükleri kent varoşları, birahane ve salonlar, pis otel odaları, alkole sığınma ve her seferinde trajedi ile noktalanan aşk hikayeleri oluşturuyordu.
Hiç şüphesiz, Amerika’nın iflah olmaz eşitsizlikleri devam ettikçe Tom Waits ve kader ortaklarının derin ızdırapları da devam edecek.
SON